sevgi diyarı
  mektuplar
 

ŞEHİT DEDEME MEKTUP

Balkan Savaşında Şehit Düşen Dedeme,

Sevgili Dedeciciğim, ben torunun Nesrin, yüzünü görmedim, suretini tanımadım. Seni Babaannemin anlattığı hüzünle karışık anılarından, yaşamında ki kesitlerden tanıyorum. Senin güzel ve anlamlı sözlerini daha küçük yaşta ruhumu kilim gibi işledim.

Dedeciğim, bizi sorarsan ne haldeyiz diye, sana yıllar sonra anlatacağım.
Beni anlayacak, sesimi duyacak insanlar yok. Torunların ne yapıyor diye merak ediyor musun? Eminim ki, Cennetinden ne yapıyoruz, ne haldeyiz görüyorsundur. Eminim beni de görüyorsundur. Hislerimi, ruhumun derinliklerinde yaşadığım tarifi imkansız duyguları da bilebilir misin, beni anlayabilir misin?... Ben bugün seninle hasbıhal etmek istiyorum, Dedeciğim. Sana olan biten herşeyi dilim döndüğünce anlatmak istiyorum.

Sevgili Dedeciğim, aramızdan ayrılalı yaklaşık 90 sene oldu. Doksan sene önce yaşadığınız ülke yok artık. Okuduğum tarih kitaplarından, romanlardan ve dahası Babaannemin, gözyaşları içinde, duygu seli içinde anlattığı o ülke de yok artık… Osmanlı’nın yadigarı olan, bizlere miras bıraktığınız kutsal topraklarımız, tek tek koparıldılar, bizden utanmazca çalındılar.
İtilaf Devletleri olarak, haçlının, ehli salibin uşakları bir oldular; ülkemiz bir baştan bir başa bizden koparmak için kuşattılar. Kimini masa üzerinde, kimi zorbalıkla bağrımızdan kopardılar. Bizi bir yanımızı öksüz koydular Dedeciğim. Ama büyük önder Atatürk ve silah arkadaşları ve siz aziz Şehitlerimiz AY-YILDIZI semalardan indirmediniz, siz bizlere TÜRKİYE’yi emanet bıraktınız… Emanetiniz ne halde merak ediyor musun dedeciğim… Emanetinin ne halde olduğunu, Cennetinden görebiliyor musun?

Dağı taşı, TÜRK tüten ocakları, TÜRK kokan, çiceği, kırları, ağaçları, Alp gibi yiğit, Eren gibi inançlı kalpleri, bir çok ALPEREN gönülleri ve senin anlayacağın Dedeciğim, tüm hasletlerimizi de Hakkın Rahmetine uğurladık.

Büyük Önder Atatürk’ün ölümünden sonra, güneş doğmadı ülkeme. En güzel yönetim biçimi Cumhuriyet dendi; doğrduydu, bundan şüphemiz olmadı…Gel gör ki Dedeciğim, Ata’dan sonra gelenler; ya Cumhuriyeti anlamadılar, ya da başarısızlıklarının kurbanı oldular. Senin anlayacağın dedeceğim; Mustafa Kemalin torunları, bugün hiç olmadığı kadar yalnızlar. Bugün hiç olmadığı kadar mutsuzlar; yarınlardan kaygılılar. Ne bizden öncekilere, ne bizden sonrakilere Mustafa Kemal’i, büyük önder Atatürk’ü hakkıyla anlatmadılar, anlatamadılar. Onun bu ülkeye bıraktığı ülküler, miras niteliğindeki sözler; arşivlerde gizli kaldı. Yakın tarihimizi göz göre göre bizden kaçırdılar. Yakın tarihimize olan bu bilgisizlik, gaflet ve duyarsızlık işte bu yüzden dedeciğim.

Sevgili Dedeciğim, günümüzden ne var ne yok diye sorarsan; karanlıktayız, dardayız, umutsuz bir vaka gibi arayıştayız. Arayışlarımız Ya ab’nin, Ya abd’nin ya da İran’ının uydurmasyon, kendilerine faydası olmayan özentilerinden ibaret. Yamalı bohça gibiyiz, ne estetik kaygımız var, ne Milli Kaygılarımız, ne de şahsiyetli siyasetimiz… Yolumuz bir bataklık, ama televizyonlardan hergün gül bahçesinde yaşadığımız yalanları 24 saat aralıksız yayınlanıyor. Sevgili Dedeciğim, televizyon 90 yıl öncesinde evlerinizde yoktu, biliyorum. Küçük bir kutu, dünyayı tersten, dünyayı görünmesini istedikleri pencereden gösteriyor. Bunun yanın da bit gibi türeyen, gazetelerimiz var… Çoğuları iktidarda ki siyasi partiye dalkavukluk etmede, birbirleriyle yarışıyorlar. Haberi düzden okumak, haber yapmak bir şahsiyetti, bir onurdu; yanlış haber yapmak utanç sayılırdı. Ama zaman içinde ki, çirkeflikten, yalandan, dolandan o da nasibini aldı. Haberleri, tersten yorumlamak; haberin asli şekli olunca; gerisini var sen düşün Dedeciğim… Bu ülke karanlığa giderken, mevcut iktidarlar ya da muhalefettekiler ne yaptı diye soracaksın!... Muhalefet, iktidarla ağız dalaşına girmekten, doğruyu da yerdi, yanlışı da…. İktidar arzusuyla yanıp tutuşmak uğruna, yerli yersiz eleştirilerin, yapılan söylemlerin kısacası yanlış muhalefetin kurbanı oldular. Çoğu zaman sapla samanı karıştırdılar.
Muhalefet, cır-cır konuşmaktan başka, iktidarı al aşağı etmekten başka bir iş yapmadı dedeciğim. Şimdi soracaksın, muhalefet bu kadar yanlışlık yaptı da iktidar ne yaptı bu arada diye…

Mevcut iktidarlar, Muhalefetten çok daha fazla zarar verdi bu ülkeye…. Ben bildim bileli mevcut iktidarlar, doğru düzgün insanları, şahsi çıkarlardan arınmış insanları, sözde değil, özde Vatansever insanları, istenmeyen kişi yerine koydular. Onları önlerinde adete bir engel gördüler. Değirmenin suyunu kesildiği için, çuvalları az dolduğu için, diğer dış güçlerin anti sempatilerini topladıkları için; istenmeyen kişi oluverdiler. Senin anlayacağın Dedeciğim, Vatanı sevmek, Vatanın toprakları dahil, Vatanın tüm hazinesini gözü gibi korumak suç oldu dedeciğim. Anlıcan dedeciğim, biz de o suçlular kervanındayız.

Dedeciğim daha ne var, ne yok diye soracaksın, söylenecek çok şey var, ve ben sana mektup yazmaya, bir bir anlatmaya kararlıyım.

Dedeciğim, her gelen bir öncekini aratır oldu. Kim ne dediyse, tersini yaptı. Türlü vadelerle Milleti kandırdılar; sırça köşklerinden başlarını kaldırıp, bu Millet ne yer, ne içer, ne yapar diye bir kaygıları olmadı; en azından ben tanık olmadım.

Milleyetçiyim diyen, Milliyetçiliği katledip gitti. Hepsinden daha fazla Amerikancı, Avrupacı olup çıktılar; ama meydanlarda benden yiğidi, benden Türk’ü yok deyip; mangalda kül bırakmadılar. Milliyetçiliği katledenler bitirenler de, ne yazık ki onlar oldu.

Dindarım, Müslanım, dürüstüm diyenler geldi, gelmez olaydı. Onlarda dini kullanıp akla hayale gelmeyecek, insanın aklını başından alacak ihanetlere imzalarını attılar. İnanmayacaksın dedeciğim; ama okullarda din dersini bile kaldırdılar. Tam olarak müfredattan kalkması için, Meclisin tozlu raflarından oylanmayı bekliyor. Senin anlayacağın din ve ahlak dersi de müfredattan kalkıyor dedeciğim. Hoş şimdilerde din ve ahlak bilgisi kitaplarında ne yazıyor diye sorarsan; söyliyeyim dedeciğim; “ konfüçyus, Budizm, hinduizm, Zerdüşt, kabala” yani Uzak doğu felsefe ve öğretileri, din dersi adı altında okutuluyor. Ab’ye şirin görünmek için her şey mübah sayıldı anlıcan. Bu arada Kıbrısı da yarım buçuk verdiler.

Ermeni ermeni soykırımı denen zırva bir haberi, yalanı; bize yani Türkiyeye dayatıyorlar. Sizler soykırım yaptınız, bunu tanıyın diyorlar; karşılığında karsı ve ardahanı isteyecekleri malumunuz… Dedeciğim, Ülkemiz dört koldan bir çok devlet tarafından işgal edilirken, ülkemiz parçalanma süreci yaşarken, Ermenilerin de, Türkiyeyi bölme oyununda pay alma sevdası ayyuka ulaşırken, sizlerin ülkenizi, vatanınızı ve bayrağınızı savunmanız; ermeni soykırımı şeklinde, yafta gibi boynumuza dayatılmakta. Sizler cepheden cepheye; AYYILDIZLI bayrağımızı semalarda dalgalandırmak, TÜRK adına yaşatmak, TÜRK’ÜN şanlı tarihine şan katmak amacıyla çıktığınız kutsal yolu bile, yıllar sonra soykırım şeklinde utanmazca boynumuza yafta olarak giydirmek için çaba göstermektedler.

Siyasilerimiz, Milleten ve Devletimizin köklü yapılanmasından fırsat bulamadıkları için; ha ettik, ediyoruz, gittik, gidiyoruz, geldik geliyoruz; edasıyla yeşil ışık yakmakta. Yani dedeciğim senin anlayacağın; Milletten, Devletin köklü hiyerarşisinden ve tarihten utanmasalar; sırf koltuk sevdasına kabul edecekler….
Dedeciğim, Doğu Anadolu, Güney doğu Anadolu, Türkiye kan ağlıyor. Terörle mücadelenin yolu; demokrasiden geçiyormuş! Terörle mücadelinin yolu diplolmasiden geçiyormuş! Terörle mücadelinin yolu eşkiyayı, teröristi dağdan indirip, Meclise sokmakdan geçiyormuş!... İşte dedeciğim mevcut iktidarın paketleri ve icraatları… Senin anlıcan dedeceğim; kim ne dediyse tersini yaptı… Kim geldiyse Milletin canına okudu, okumakla da kalmadı, ülkenin bölünmez bütünlüğünü utanmazca tartışma konusu yapmaya soyundular.

Daha daha ne var ne yok diye soracaksın; ah dedeciğim anlatacak o kadar çok şey var ki, 2008 yılına girdik; noel dendi, eğlence dendi, yeni bir yıl dendi… Lüks retorantlar, hınca hınç doldu; atlayan, zıplayan, hoplan mı ararsın, alkol alıp trafiğe çıkan canavarlar mı? Devlet kanalımız var, adı TRT… Bu Millet ölümle yaşam arasında, var olmakla yok olmak arasında, umutsuzlukla mutsuzluk arasında gelgitler yaşarken; özel kanalların bile imtina edip vermediği trilyonları; şarkıcılara pul verir gibi dağıttılar.
Babalarının çiftliği gibi demiyorum; maalesef dedeciğim; işgal ettikleri makamlar onların babalarının çiftliğinin ta kendisi olmuş. Hatta Babalarının çiftliği olsa bu kadar pişkin olamazlardı. En azından bir baba “höt” dedi mi, biraz utanır, sıkılır… Ortada baba yok, ortada ata yok, ortada utanılacak, sıkınılıcak hiçbirşey yok…. Yani anlıcan dedeciğim 75 milyonluk Türkiye olarak, suretimiz meydan da yok…

Dedeciğim, 2008’e girerken, eğlenmek amacıyla bir meydan da toplanıyorlar.
Beyoğlu, Taksim gibi… Sizin zamanınızda yoktu, bizim ülkemizde de son zamanlarda oldu. Birileri çıkıp orda şarkı-türkü kuru kalabalık, bir kısım kalabalıkta bunlara eşlik ediyor. Alkol, eğlence, her türlü zırvalık diz boyu…Bu zırvalıklar olurken bir kısım ülkemizde yaşayan gençler, yani Türk olup olmadığından hala şüphe duyduğum erkek bozuntular, bayanları taciz etmenin, ahlaksızca namuslarına tecavüz etmenin pişkinliğiyle sırıtıyorlar. Sen affedebilir misin bu pislikleri bilmiyorum dedeciğim, ben affetmicem. Televizyondan, bilgisayardan bu iğrenç tabloyu izlerken bizleri, Türk olarak yerin dibine soktukları için, bizim kimliğimizi, tarihimizi, geleceğimizi bir kalemde; ahlaksız nefislerine kurban ettikleri için ben olanları affetmicem dedeciğim… Onlara ceza vermeyen, onları affeden bir yargı sistemi, bir adalet sisteminin başını çekenler sizleri de affetmiyorum. Bir ülkelinin Milli değerlerini, Manevi değerlerini yok etmek için siperde bekleyenleri, ceza vermek yerine ödüllendirdiğiniz için….

Evet dedeciğim bu ülkede hiç mi güzel şeyler olmuyor diye soracaksın… Elbette oluyor dedeciğim ; binlerce maşalık yapan soytarılara karşılık, milyonlarca TÜRK derin bir uyanış içinde. Artık TÜRK’lük olgusunun meşalesi yakıldı.. Dedecinim sen rahat uyu, dualarınıza her zamankinden daha çok ihtiyacım var, dualarını, eksik etme. Tüm Şehit arkadaşlarına da söyle; onlar da dua etsinler. Türkiye’nin buna çok ihtayacı var. Şahsım adına bir şey istemiyorum dedeciğim; TÜRKİYEM için, VATANIMIZ, BAYRAĞIMIZ için hayır dualarını bekliyorum senden ve tüm şehit arkadaşlarından…

Seni seviyorum dedeciğim…

Nesrin Sürmen

ŞEHRİ SELMA

Hayata pekte kolay uyum sağlayamadım ben, insan olmanın verdiği ağırlık hep omuzlarımdaydı…

bekledim evet yıllar boyunca bir tek şey bekledim; güneşin doğuşunu yada batışını seyretmeyi, renklerin içinde kaybolmuşluğun verdiği coşkuyu, rahatlatıcı bir müzik eşliğinde huzurla dans etmek değildi tabii ki beklediğim…


Sevgiyi taşıdım senelerce, var olmayana karşı bir tutku vardı sakladığım kimseyle paylaşmadığım içimde …

Yürekten inanmaktan asla sıkılmadım desem; her melodide aklımda, her filmde bir aşk öpücüğünün içinde saklı kaldı benimle, hep kayboluyordu çünkü hiç var olmuyordu bir bedende…

Ona dair çok şey yazdım, çizmekte istedim… bir resmi olsaydı belki elimde, yorgana yastığa sarılmaktan daha çok sevindirirdi beni, gözyaşlarımın içinde kaybolduğumda ona bakar onunla konuşur avunurdum belki de…

Anlatmaya çalışıyorum işte!.. Onu düşünürken bile yaşam nefes alıyordu bedenimde…

Seviyordum onu aşıktım bir parıltı yeterdi kalbimdeki cümbüşe…

Bir yıl içerisinde onu ikinci görüşümde konuşabildik, başkalarının sayesinde gerçekleşen kısa bir konuşmaydı sadece… ama olsun; her şeye yaşadığım her ana değerdi, bir daha hiç görmesem bile…

satırlar zorlanmaya başladı, harfleri seçemez oldum, kalbim renk değiştirdi onu her gördüğümde…

selam verebilmenin heyecanı sardı benliğimi ve ben kendime dedim ki sakin ol uykuyla geçirdiğin hayat rüya olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşüyor tüm güzelliğiyle…

güneş doğuyor yeryüzüne; ısıtacak, çözecek buzları, evren rahat bir soluk alacak onun nefesiyle…

durgun akan şelale nasıl olur bilir misiniz? Aslında bilirsiniz, çünkü bizler şelalenin ne kadar hızlı aktığını görme yeteneğine sahip değiliz…

her adımında güçlü bir şelalenin akışı vardı ama insana yavaş görünüyordu, bakışları naifti ama insana sanki içine dokunuyor gibi oluyordu, hareketleri ongun güven verici ama insana bir o kadar da kırılgan gözüküyordu, onu seyretmek gerçekten olabildiğince görseldi… bir manzara insanı ancak bu kadar doğayla bütünleştirebilirdi…

susmak, dinlemek, görmek ve seyretmek dışında yapabileceğiniz bir şey bırakmıyordu bu uyum …

her insan gökyüzüne baktığında yıldızlara dokunabilmek ister… yıldızın ondan ne kadar uzakta olduğunu düşünmek istemez sadece dokunmak ister değil mi?
Bende dokunmak istedim ona, sarılmak doya doya koklamak içime çekmek istedim…

İçimde biriken tüm var olanı ve var olmayanı ona anlatmak beklendiğini hiç vazgeçilmediğini aktarmak için sabırsızlanıyordum… Geceler gündüze dönüyor zaman su gibi akıp gidiyor ama ben yıldızıma ulaşamıyordum…

O gün şarkı söylüyordu şiirler okuyordu ve bana bakıyordu gözlerimin içine ruhumun hiç dokunulmamış derinine dokunuyordu…

Karanlık bir kuyu düşünün içi tamamen aydınlığa kavuşuyor… en sonunda ne olduğunu artık görebildiğiniz dipsiz bir kuyu o bendim işte… aydınlığa kavuşturulduğum o gün yıldıza dokunabilmeye ne kadar yakın olduğum hissettirildi…

Aşk; gökyüzünde bir ırmak aramak kadar uzak gibi dursa da, Kendini bir ırmak kenarında bulup sonradan gökyüzünde olduğunu hissettiriyor insana bazen…

Eşim, sevgilim, bebeğim, gerçeğim, ışığım, meleğim, kraliçem, sonsuzluğum, AŞKIM … Kartanem, birtanem, her şeyim dünyama, hayatıma, yaşamıma anlam katan sevgimin tek sahibi, sensizliğin içinde olduğum zamanlar söyleyemediğim her kelime sana atfedilmiştir içimde…

Kelimeler anlam kazanmaya başladı sahipsiz değiller artık…

Ona her baktığımda uzun uzun bakıyorum ki kaybolur diye rüya ile gerçeği karıştırmış olabilir miyim diye korkuyorum… Hep orda gördüğüm yerde kalması için dua ediyorum…

Gözlerine baktığımda kendimi karşısında hem çok güçlü hem de çok güçsüz, hem çocuk hem de koca bir adam gibi hissediyorum… Beni alıp götürüyor bir denizin ortasında buluyorum çıplak savunmasız kendimi… Güvenle duruyorum üstünde istediğimde karaya çıkacağımı bilerek yüzüyorum… Özgürlük bu olsa gerek, hayatım boyunca savunduğum düşünceye onunla birlikte sahip olmanın keyfini sürüyorum…

Ve diyorum ki;

Omuzlarımda taşıdığım insan olmanın verdiği ağırlık deniz de bulduğum bir inci tanesiyle yok oldu…

Bana insan olmanın ne demek olduğu onu ilk gördüğüm gün ne kadar mucizevi bir şey olduğu anlatıldı…

Sevgime sonsuz gerçekten sesleniyorum;
SENİ SEVİYORUM SONSUZLUKTAN DA ÖTE HER DAİM SENİNLE BİRLİKTE OLMAK
İSTİYORUM…

AŞKIM ŞEHRİ SELMA’YA…

Kurtul


İŞE BAK, HİZAYA GEL!

İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş. Ortaokuldan arkadaşım Temel ile bir gün sokakta karşılaşınca, kahvehaneye girip sohbet etmeye başladık. İş aradığımı öğrenince bana bir teklifte bulundu:

“Bir zamanlar, ben de uzun süre iş bulmak uğruna çalmadık kapı bırakmamıştım. Gazetelerde yayınlanan iş ilanlarının birçoğunun, aslında işe aldıkları veya almaya karar verdikleri elemanların işe giriş bildirgelerinde, resmi kurumlara bildirilmesi zorunlu olan ilan verme formalitesi olduğunu öğrenince iyice umutsuzluğa düşmüştüm.

“Gazetelerin iş arayanlar bölümlerine ilanlar verdim; baktım, hiç arayan olmuyordu, bu sefer ilanlarımın başlığını, ‘ağzımla kuş tutarım,’ şeklinde değiştirdim, gene bir şey fark etmedi. Kaderimizi yazan cenabı hakkın, işsizliği bana layık görmesinin bir sebebi vardır, deyip isyan etmiyor, ama işverenlerin büyük çoğunluğunun cehennemlik, günahkar kullar olduklarını gördükçe de şaşırıyor, anlam veremiyordum.

“Zengin ailelerin çocuklarının doğuştan zengin ve iş sahibi olduklarını, çok az görülen istisnaları haricinde fakir doğanların gene fakir yaşadıklarını görüyordum. Varlıklı olarak maddi güce erişmenin yetenekle bir ilgisi olmadığına emindim, ama yüce rabbimin hikmetine sual sormaya cesaret edemediğimden işin felsefi yanıyla ilgilenmiyordum.

“Bundan bir ay kadar önceydi. İş arama çabalarım sonuç vermemiş, kahvede oturuyordum ki, belki sen de tanırsın, uğramak nereden aklına esmişse, karşılaştığımız Sadık’ların Şükrü ile sohbete başladık. Hal hatır sorma faslından sonra, muhabbet ilerledi ve neler yaptığımıza geldik. İşsiz olduğumu söylediğimde, istersem bana mükemmel bir iş bulabileceğimi, ama komisyonunu da alacağını anlattı. Yeter ki bana iş bul, komisyon şöyle dursun, seni omuzumda taşırım, dediğimde, yarın sabah aynı yerde buluşmayı önerdikten sonra yakında kavuşacağım mesleğimin özelliklerini kabaca anlattı.

“Öyle güzel açıklıyordu ki, genel müdürler dinleseydi, istifa edip meslektaşım olurlardı. Şimdi, senin de heyecanlandığını görüyorum, ama merak etme, ben senden komisyon istemeyeceğim. Senin hayır duaların bana yeter.

“Ne diyordum? Evet, sabahleyin Şükrü ile buluşup fabrikaya gittik.
Fabrikalarda üretilen yüzlerce ilaç, insanların kullanıma sunulmadan önce hayvanlarla gönüllü insanlar üzerinde deneniyormuş. Hayvanların rakibimiz olup, ekmeğimizle oynamasını sen de garip bulabilirsin, ama gerçekten böyle bir şey var. Gönüllü denekler, yani kobaylar, hiçbir iş yapmayıp, hem maaşlarını hem de primlerini alıyorlardı.

“Aylık sabit maaşın oluyor, sosyal güvenceye kavuşuyorsun, kullandığın her ilaç için para vermek yerine prim alıyorsun. Sevincimden yerimde duramıyordum. İşe kabul için gerekli belgeleri hazırladıktan sonra aldığım avansı Şükrü’ye verdim. Allah ondan razı olsun! Tuttuğu altın, mekanı cennet olsun!

“Çalışma günü ve saati diye bir şey olmadığından, ancak denenmesi gereken ilaçlar çıkınca işe gidiyoruz. Diğer zamanlarda evimizde sırtüstü yatıp keyif çatıyoruz. Kobayların toplamda kaç kişi olduklarını bilmiyorum, ama bir ilacı denerken herkese vermiyorlar. Mesela, ilacın etkileri on arkadaş üzerinde deneniyorsa, iki veya üç kişiye ilaç yerine hiçbir özelliği olmayan bir şey veriliyor. Böylece psikolojik etkilerden ve numara yapmalardan kaynaklanabilecek yanlış değerlendirmelerin önüne geçiyorlar.

“Yüce rabbim, böyle güzel bir iş sahibi olmamı sağladığından başka beni koruyup kolluyor. Geçenlerde, kalp için olduğunu sonradan öğrendiğim bir ilacı, içlerinde benim de bulunduğum altı kişi üzerinde deneyeceklerdi.
Çoğunlukla, ayrı odalarda ilaçlarımızı aldıktan sonra bir araya gelip sohbet ediyorduk. İlaçlarımızı kullandıktan sonra laflıyorduk ki, bir baktım, korku filmlerindeki kurt adamlar misali, bazı arkadaşlarımın gözleri yuvalarından fırlayacak gibi büyümeye, yanakları seğirmeye, alınlarından terler boşanmaya başladı. Benim gibi, gerçekte ilaç verilmediğini sonradan öğreneceğim bir başka deneğe diğer dört kişinin kurt adam olup saldırmasından korkmaya başlamıştım ki bizleri gözlemleyenler içeriye girip, hortlağa dönmek üzere olan arkadaşlarımızı apar topar hastaneye kaldırdılar. Tamamı vazife şehidi olan meslektaşlarımızdan da anlaşılacağı üzere görevimizin riski yok, diyemem.
Fakat risk olmayan meslek de düşünemiyorum. Bence en büyük risk, risk almamaktır; risk almak da hisse senedi almaktır, karekök almak değil, diyen borsacı bir arkadaşım bile aramıza katılmayı düşünüyor. Çok yakında, sermayeyi kediye yükleyerek onun da geleceğinden eminim.

“İşimizin hep tehlikelerinden bahsettim, ama cazip yanları da var. Mesela cinsel gücü artıran ilaçları test etmemiz için, önce ilaçları almadan, ardından ilaçları kullandıktan sonraki performansımızı test mankenleriyle ölçüyorlar. Uğrunda gözümü kırpmadan öleceğim kadar genç ve güzel kızlarla yaptıklarımı söylemekten utanırım. Bazı ilaçları kullandıktan sonra iki veya üç kızla bir odaya kapanarak üretim ekonomisine katkıda bulunduğum çok oldu. Şerefsizim, sırf bu zevki yaşamak için bedava çalışabilirim.

“Karnım aç, sırtım çıplak gezdiğim devirler mazide kaldı. Eskiden hasta olsaydım, param olmadığı için beni hiçbir hastane kabul etmeyeceğinden, kaderimle baş başa kalırdım. Oysa şirketimiz, her sorunumu çözdüğü gibi sağlığımızı da güvenceye alıyor.

“İlaçların bilimsel çalışmalar sonucunda üretildiğini sen de bilirsin.
Yıllarca okumuş, yazmış bu vatandaşların ilacından korkulur mu? Bazı şanssızlıklar oluyor olmasına, ama deneklik yapan ölüyor da, yapmayan ölmüyor mu? Hem ölüm Allah’ın emri; rakı içen de ölüyor, su içen de, yalan mı? Ayrıca, adamlar bazen hastalanmamıza yol açsalar bile bedava tedavimizi yaptırıyorlar. Daha ne yapsınlar? Beni dinlersen, seni de şirketimizde işe alalım.“

“Temel, teklifin için teşekkür ediyorum, ama benim geleceğe ilişkin daha farklı planlarım var. Yalnız borsadan bahsettiğinde aklıma başka şeyler geldi; o konuyu inceleyeceğim. Bir sıkıntın olursa elimden geleni yapacağımı bilesin.” dedikten sonra ayrıldım.

Not: Yukarıdaki bölüm, okurla buluşmasını beklediğim (…….) isimli (Zamanında okuyan dostlar için yazayım, hem adında hem içeriğinde önemli eklemelerle çıkartmalar yaptım,) mizah romanımdan bir alıntıdır. Bu çalışmam, Ocak ayında yayın hayatına başlayan ve benden bir ürün isteyen (Vay be, demek ki sizden yazı göndermenizi isteyen dergiler de varmış,) tanınmış mizahçıların hiç de az sayılmayacağı Forum Edebiyat dergisinde de yayınlanmıştır. Yazarlık yaşamımda Abdulmuttalip Onay ismini değil de Şenol Onay adını kullanacağımı bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Abdulmuttalip Onay

 
   
 

Get your own Chat Box! Go Large!

Oyunlar
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol