sevgi diyarı
  lalenin hikayesi
 

Lale, büyüleyici duruşu ile bahçenin kenarından size göz kırparken, çiçekçideki buketin içinde sizi kendine doğru çekerken, bu saf duruşun ülke tarihlerine yön vermiş, iz bırakmış olabileceğini aklınıza getiremezsiniz. Yanına yaklaşırken bile dünya tarihini, tarihçilerini, dokümanları yalanlıyor sanki… Öylece saf duruşu ile sanki hiçbir ülkenin ekonomisini etkilememiş, isyanlara sebep olan lüks hayatın, simgesi olmamış gibi, dünya da yer alıyor sanki...
Ben bu güzel çiçeğin ismini tarih derslerinde duymuş, başka tarih kitapları ile tekrarlamış ama sonunda unutmuştum... Sonra Lale çiçeği ile yeniden karşılaşmam Eczacılık fakültesi sıralarında olmuştu. Ama tarihle ilişkilerini bir kenara koyup, bitki bilimleri dersim için incelemeye başlamıştım. Şimdi Lale'nin resmine bakınca bu renk cümbüşünün özelliklerini bilsem de tarihe etkilerini düşünüyorum. Lale'nin güzelliği mi sebep bazı olaylara yoksa o güzelliğe hayran olup önce özenle saklayıp sonra daha çok para uğruna başka birilerine elden ele geçirenlerin mi, yoksa bu güzellik ancak lüks bir hayatın habercisi diye, tüm ihtişamını sergileyecek şekilde uğruna para harcayanlarda mı? Lale sessizce bir dağ’da büyür iken dünya’nın değişik kıtalarına önce süs, sonra bir devrin ismi ve sonra bir ülkenin ticari ürünü olup popülerliğini arttıracağını bilir mi idi ve önemlisi bilir mi idi bu dağ çiçeği iki ülkenin sembolü haline geleceğini?

Hatta tüm ülkelerde, tüm milletler tarafından hikayesi bilinsin diye; Sayın Hikmet Yaşar Yenigün’ün yönetmenliğini yaptığı, Sayın Cengiz Özdemir’in yapımcılığını üstlendiği bir de hayat hikayesini anlatan bir belgesel filmi olacağını kim düşünebilirdi. İşte Lale Doğunun Işığı adlı belgesel film’ini yaratan ruhun aklın ve kalbin sahibi ile sizleri tanıştırıyorum.

Lalenin kıtalar arası gezintisini en güzel görüntülerle süslemiş ve anlatımını yapmış Hikmet Yaşar Yenigün Bey’le Washington D.C.’de festival’de tanıştık, sonra New Jersey’de buluştuk. Belki kıtalar arası değil ama eyaletler arası sohbetlerimizde Hikmet Yaşar Yenigün’ün sinema ve belgesel filmlere olan aşkı’nın büyüyüşünü, Lale projesini ve bu yaratıcı zekanın tarihe olan aşkı ile gelişip daha bizlere ne gibi projelerle ulaşacağını konuştuk. Bu sohbetimiz esnasında Hikmet Yaşar Yenigün’ün dedem Celalettin Rodoslu’yu tanıyor olması ortaya çıkınca, konu Celalettin Rodoslu’ya ait kitaplara, oradan Rodos’a kadar ulaştı… Biz Orta Asya, Hollanda derken sohbetimiz Rodos ile kapandı. Göz yaşlarıma hakim olamadığım bu güzel ropörtajı sizlere ulaştırabildiğim için çok mutluyum.

İlginiz nasıl oluştu ve coştu da, sinema sanatına yöneldiniz?

Çocukluğum radyolu günlerde geçti. Toplumun tek eğlencesi sinema idi. İstanbul’daki yazlık sinemalarda, üç film birden gösteren kışlık sinemalarda, sinema sanatının büyülü alemine girdim. Ve sinemaya olan tutkum bu yıllarda başladı. Lise yıllarında sinema üzerine bir şeyler yapmak, eğitim almak istedim. Fakat Türkiye’de sinema eğitimi veren bir okul yok idi. Yurt dışında okuma imkanım da yoktu ve ben lise 2. sınıfta okulumu bırakarak sinema sektöründe çalışmaya başladım.

Peki ilk adımı nasıl attınız?

Sinema sektörü o zaman Yeşilçam idi. Orada bir kast sistemi vardı. Dışarıdan gelen insanı kabul etmezdi içine. Ben de orada elektrik teknisyeni olarak, ışıkçı olarak, kamera asistanı olarak yıllarca çalıştım. Sonra bir film stüdyosuna girdim çünkü sinema komplike bir işti, her alanda nasıl yapıldığını, o disipline bağlı olan alanların nasıl yapıldığını öğrenmek lazımdı. Film yıkama, film basma, seslendirme alanlarında bulundum. Bu da bir sene sürdü. Bilgi ve görgümü arttırmak adına İngilitere’ye gittim bir süre orada kaldım. Döndükten sonra sinema sektöründe bir dönem yardımcı yönetmen olarak çalıştım. Televizyon yeni yeni TRT ile aşama yapıyordu. Özel kanallar henüz yoktu sinema da seks filminlerinden ibaret olmaya başlamıştı, ben de hemen reklam sektörüne geçtim.

Sinema’ya olan ilginizi bu arada nasıl devam ettirdiniz?

2 sene reklam sektöründe çalıştım. Ama bu arada sinema üzerine bir dergi olan “Çağdaş Sinema” dergisini çıkardık. Böylece sinema’dan hiç kopmamış oldum.

Belgesel Filmlere geçiş nasıl oldu?

İlk belgesel filmimi 1989 yılında TRT adına… Berggren Fotoğraflarında İstanbul adlı Berggren'in yaşam öyküsünü ve onun fotoğraflarından hikaye yarattım. 2 bölüm yaptım. Çok ses getirdi. Belgesel çalışmaya ilgim arttı. Belgeseli çok sevdim. Belgesel de olaya kendimi hakim hissettim. Çok fazla insanla çalışmıyorsunuz, ekibe daha hakimsiniz. Artı, belgeselin bana kattığı çok şey vardı. Belgesel konusunu araştırmak zorundasınız, araştırdıkça zenginleşiyorsunuz. Konu size bir şey veriyor siz konuya bir şey veriyorsunuz. Özgür oluyorsunuz belgesel de, yapımcı , oyuncu distribüssyon vs. Bütün bu ağlar ticari ağların dışında; saf ve temiz bir ilişkisi vardır belgeselin, belki beni o tarafı çekti. Tabii ülkemiz yaklaşık 6 kültürün üst üste katman olduğu, var olduğu inanılmaz binlerce yıllık bir zenginliğine sahip bir belgesel cenneti aslında. O kadar çok yapılacak anlatılacak şey var ki, belgesel yapmamak mümkün değil. Ve şuna inandım, kendimizi ancak bu yolla anlatabiliriz. Çok zengin bir kültürümüz var. Belki böylece bir takım önyargıları yıkabiliriz diye düşündüm. Belgeselin burada çok büyük bir rolü olacağına inandım. Bunu pek çok belgeseller, filmler takip etti. Çevre filmleri, Osmanlı sanat tarihi ağırlıklı Türk kültürü ve tarihi ile, kent tarihleri ile alakalı belgeseller yaptım. 1994 yılında Kültür A.Ş.’de yönetmen olarak, Cemal Reşit Rey stüdyolarında göreve başladım. İstanbul ile ilgili on yıl boyunca, İstanbul'un kültürü ve tarihi üzerine 10 tane belgesel hazırladım. Bunlar, pek çok kanalda yayınlandı, kasetler halinde yabancı dilde seslendirmeler yapılıp pazara sunuldu. Türkiye tanıtımında çok büyük katıkısı oldu.

Lale Doğunun Işığı, bu proje nasıl doğdu?

Şu anda Star T.V.’nin genel müdürü olan Sayın Cengiz Özdemir yaklaşık altı ay önce Kültür A.Ş.’nin genel müdürü idi. Beraber çalışıyorduk. Şunu da belirtmek isterim, yaklaşık iki hafta önce ben de Kültür A.Ş.’den ayrıldım… Cengiz bey de vizyonu olan, ufku geniş bir insan’dır. Cengiz bey “Uluslararası bir şeyler yapalım” dedi.

Dedim “Doğru adam, ne mutlu” . “Bir projeniz var mı?” dedi, daha önceden bildiğim kafamda olan bir proje vardı. Lale çiçeği üzerine belgesel yapmak istiyordum. Hemen kendisine bu projeyi sundum. Gençliği Hollanda’da geçtiği için konuyu hemen yakaladı bizim de uluslararası simgemiz olan bu çiçek ile belgesel yapımına karar verildi. Yaklaşık altı ay kütüphane araştırmaları sürdü. Binlerce sayfa okudum, lale üzerine ulaşabildiğim iç dış tüm kitapları okudum. Biraz Osmanlı tarihini okudum. Senaryo yazıldı ve çekimlere başlandı. Geniş bir coğrafya da çalıştık. Tanrı dağlarında ortaya çıktığı botanikçiler tarafından söylenir. Bu arada şunu ifade etmek istiyorum, bu çalışma da danışman olarak çalışan, bizlere çok yardımı olmuş Eczacı Prof. Dr. Turhan Baytop’a da rahmet diliyorum.

Hikmet bey gözlerim yaşardı. Çünkü kendisi de benim İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde hocamdı. Kendisinden Farmakognozi derslerini almak nasip olmamıştı, emekli idi ama onun Farmakognozi kitapları ile okuduk, eğitim gördük. Bizim kuşak Eczacılara, kendisinden Deontoloji adlı dersi almak nasip olmuştu. Benim gibi tüm Eczacılar kendisini saygı ile anarlar. Ben de kendisine rahmet diliyorum.

Çok büyük desteklerini aldım. Dünya güzeli bir insandı birlikte çalışma fırsatı bulduk.

Orta asya, anadolu, bütün lale türlerini verdi bize, yaklaşık 40 çeşit lale vardı. Hollanda, Orta Asya, Türkiye içinde çalışmamız gerekiyordu. Lale hava şartlarına göre bir hafta ya da on gün kalıp solan bir çiçek. Bu kadar geniş coğrafya da bu zaman zarfında bunları çekmemiz mümkün olamazdı. O nedenle bu proje iki seneye yayıldı, beklemek zorunda kaldı. Film tamamlandıktan sonra Hollanda’da kurgusunu yaptım, müziklerini sevgili dostum Fahir Atakoğlu hazırladı. Ortaya iyi bir iş çıkarttığımızı tahmin ediyorum. Ve 2004 yılı New York film festivalinde finale kalarak, Tarih ve toplum ödülünü aldı.

Ben de filmi seyrettim, dün gece her bir görüntü de ekrana daha yaklaştım. Öykünün derlenişi, aktarılışı, görüntüler, seslendirme, vurgular ve müzikler ile harikulade bir sanat eseri ortaya çıkmış, tebrik ediyorum.

Belgesel film çekmeye gönül vermiş gençlere neler önerirsiniz?

Ben belgesel ile dünyaya açılabileceğimize yürekten inanıyorum. Bu konuda çok zengin tarihsel ve doğal hazineye sahip olduğumuza inanıyorum. Ben kendimizi dünyaya tanıtmanın, kendimizi tanımaktan geçtiğine inanıyorum. Genç belgeselcilere bunu öneriyorum. Kendimizi tanımadan, başkasına anlatamayız. Ülkemizi tarihimizi tanımak zorundayız. Ben gençliğimde dünya ülkelerinin belgesellerini izleyerek tanıdım. O ülkelerle ilgili, o ülke de yaşayan insanlarla ilgili her şeyi o belgesellerden öğrendim. Bunun ülkeler arasındaki iletişimin sağlanmasında, barışın, dostluğun, kültürel alışverişin sağlanmasın da çok büyük payı olduğuna inanıyorum. Ne yazık ki, Türk belgeselciliğinin bugün olması gereken yerde olmadığını görüyoruz. Burada bu konu ile ilgilenecek gençlere çok iş düştüğü ortaya çıkmış oluyor. Onların yapacağı çok iş var. Belgesel bir sabır işidir. Bir aşk’tır. O konuya aşık olmanız gerekir, birine aşık olmak gibidir, onu sevmeniz gerekiyor. O sizin büyük bölümünüzü alacak, büyük emek ile ortaya çıkacak ancak sonuçta kendi tarzında kendi yerini alan, olumsuz bir yapıt ortaya çıkarılmış oluyor. Farklı bir çalışma olduğu kesinlik kazanıyor.

Peki bu sektöre girmek isteyen, coşkulu gençlere eğitim konusunda neler önerirsiniz?

Ben alaylıyım, ama eğitimin şart olduğuna inanıyorum. Bu nedenle de üniversite sınavlarına girdim. Eğitimi kaldığım yerden tamamladım. Şu anda İksitat fakültesinde öğrenciyim. Dolayısı ile arkadaşlara eğitim almalarını öneriyorum. Ama sinema, belgesel işin içinde öğreniliyor, belgesel film de deneyim, özgünlük, yapılan işlerin sayısı ile doğru orantılı olarak artıyor. Her bir konuda yeni bir pencere açılıyor ve içine dalıyorsunuz. Bilmediğiniz, görmediğiniz şeyelerle karşılaşıyorsunuz, öğreniyorsunuz ortaya çok hoş bir sanat ürünü çıkıyor. Sizin de içinde olduğunuz bir yapı ortaya çıkıyor. Belgesel de farklı bir etik var. Mesela fiksiyon da diyebilirsiniz, “ben bunu böyle istedim, böyle çekiyorum, oyuncu bu lafi edecek”. Kimse de itiraz edemez. Ancak belgeselde doğru olanları söylemek, söyletmek zorundasınız. Dürüst olmak zorundasınız. Belgeye dayanılırlığı olmalıdır. Kendi anlatımınızla, dilinizle anlatabilirsiniz. Ancak konuya ihanet etmemeniz gerekir. Bunun da yolu, ciddi insanlarla, danışmanlarla çalışmaktan geçiyor.

Türkiye’de Belgeselcilerin durumu nedir? Türkiye gençlere destek olmaya hazır mı?

Ne yazık ki bütün ülkelerde belgesel destek görürken Türkiye’de belgesel yapımcılar proje yapmakta ciddi anlamda zorluk çekiyorlar. Sponsor bulamadıktan sonra belgesel yapılamamakta, belgeseli destekleyen bir kurumda bulunmamakta. Kültür bakanlığı bu yıl yaklaşık beş trilyon lira sinema sektörüne destek vereceğini açıkladı. Bir kısmı karşılıksız, bir kısmı geri ödemeli. Bir trilyonu’nun belgesele ayrıldığını diğer bölümlerin uzun metraj’lı filmlere ayrıldığını duydum. Bu bütçe önümüzdeki iki seneye ayrılmış. Böyle bakarsanız, senelik 500 milyar demek. Bu Türkiye gibi bir ülke için çok düşük miktar. Ciddi bir belgesel için nereden baksanız 100-200 milyar gibi bütçe gerekir. Sponsor olacak firmalara Amerika’daki gibi uygulamalar yaptırılmıyor. Sponsor bu miktarı Amerika’daki gibi vergisinden düşebilmeli. Hollywood sineması, sponsorların ödedikleri rakamlarla, ama devletin de vergi sisteminde kolaylık sağlaması ile, bu şekilde yükseldi. Buna benzer uygulamalar Türkiye’de de yapılmalıdır. Çok sayıda insan proje gerçekleştirebilirse, kültür bakımından cennet olan ülkemiz, Türkiye’ye olumlu bir şekilde geri dönecektir.

Peki Özel kanallar hiç mi ilgi duymuyorlar böyle projelere?

O konu daha da enteresan. Kanallarda şöyle bir çarpıklık var tabii. Bir kanal’a radyo televizyon üst kurulu herhangi bir durumdan ötürü ceza verdiği zaman, ceza olarak diyor ki “Sana şu kadar saat belgesel gösterme cezası veriyorum” Bu kadar saçma uygulama olamaz… Bir televizyonun belgesel yayınlaması bir ceza mıdır?. İnsanın kendi kenidne kötülük etmesi gibi bir olay. Radyo ve Televizyon üst kurulunun böyle yapması çok yanlış. O zaman herkese belgeselin bir işkence olduğu havası yaratılıyor. Ama bu arada iyi şeyler oluyor. Digitürk’de bir belgesel programı kanalının kurulacağını duydum. Bu beni çok sevindirdi, özellikle de Türk belgesellerinin yayınlanacağını duydum. Umarım daha çok belgesel yapılır bu sayede ve izleyici ile buluşma imkanı elde edilir.

Şimdi gelelim sizi Amerika’ya getiren rüzgara? Nasıl geldiniz ve Washington D.C. Türk festivalin’de yer aldınız?

Ben Amerika’ya ATA-DC’nin düzenlediği Washington D.C. Türk festivalinin davetlisi olarak geldim. Lale belgeselinin tanıtımı yaptım. Amerika’ya ilk gelişim. Yıllardır sinemalardan Amerika’yı izledik, ama gerçekten etkileyici bir ülke. Filmlerden görüldüğü gibi olmadığını anladık, gerçek yüzünü insan buraya gelince daha iyi görüp kavraya biliyor. Buradan dünya’ya açılmanın daha kolay olduğuna inanıyorum. Öyle bir şey var ki burada, Amerika’da kabul gören bir şey, bütün dünya da kabul görecekmiş izlenimi var. Uluslararası projelerin, büyük düşünen insanların buradan dünyaya açılmaları gerektiğine inanıyorum. Bunu herkesin yapmasını istiyorum. Buraya gelince, o kadar uzak olmadığını anladım. Keşke daha önce gelse idim, Avrupa’da zaman kaybettiğimi anlamış durumdayım. Çok pişmanım. Büyük ülke ve fırsatlar ülkesi.

"Hiçbir şey için geç kalınmış sayılmaz." sözünü hatırlayıp, size o zaman "Amerika ile Türkiye arasında herhangi bir proje aklınızda belirlendi mi?" diye sormak istiyorum.

Aslında gelişimin bir sebebi de bu. Amerika ile Türkiye arasında nasıl projeler yapılabilirin cevabını bulabilmek. Bir ön görüş geliştirmeye geldim. Gerçekten çok değerli dostlarla tanıştım, çok mutluyum. Her şey bir yana, bu dostlukların kurulmuş olması bile buraya gelmiş olmama değdi diyebilirim.

Amerika ile Türkiye arasında projeler arasında belgesel olarak düşündüğüm; her iki ülkeyi düşündüren konular olmasına dikkat ettiğim için, Güney-Kuzey savaşı döneminde Abdülhamit’in Kuzeylilere verdiği destekle ilgili bir proje teklifi var onun üzerinde çalışıyorum. Osmanlıların yardımı ile Kuzeyin savaşı kazandığı konusunda belgeler var. Sayın Murat Bardakçı, tarihçimiz ile de bu konuyu konuşacağım. Diğer bir projenin hikayesi de şu’dur: Osmanlı döneminde bir gemi geliyor batıyor. Bir kısmı yüzerek sahile çıkıyorlar. 1700-1800’ler de, Amerikalılar diyorlar ki; bakıyorlar bunlar Müslüman Türkleri, “Bu verdiğimiz bölgede bir arada yaşayın, ama fazla açılmayın”. Bunlar buraya yerleşiyorlar. Bir süre sonra bunlar evleniyorlar, kız filan alıyorlar. Bu giderek genişliyor. Orada bir kasaba oluşturuyorlar, kendi içlerinde yaşıyorlar. Yıllar sonra içlerinden bir tanesi, üniversiteye gidiyor, profesör oluyor, Türkiye’ye geliyor, İstanbul’a geldiğinde “Ben bu sesleri daha evvel duymuştum, çocuklukta duyduğum sesler bunlar,” diyor ve ekliyor, “Ben Türküm”. İşte hikayemiz bunun üzerine kurulu. Bu kasabadan, Elvis Presley’in çıktığı, memphisli olduğu söylenir ama bu kasabadan oraya gittiği, Kennedy’lerin de buralı olduğu, hatta onlarında kökenlerinin Türk olduğunu bildiklerini vs. gibi ilginç araştırma gerektiren konular var. Bu konuyu araştıracağım, bu kolonin başında olan profesör’le yazışacağım. Bu konu Televizyonlara haber oldu ama bir belgeseli olmadı. Bu konu ile ilgili ilginç bir proje olabilir.

Türkiye’de sizi neler bekliyor?

Buraya gelmeden evvel, bir tv dizisi yapmam konusunda teklif geldi. Bir Televizyon dizi serisi. Türkiye’de o kadar çok dizi serisi var ki, enflasyon yaşanıyor, aynı oyuncu iki dizide oynuyor. Bir şey yapılacaksa yeni olsun isterim. Hiçbir sanatçının kendini tekrarlamaması lazım. Türk sanat disiplinlerinde de bu böyle. Amerika’yı görünce, Türklerle tanışınca, burada ve Türkiye’de geçen bir televizyon dizisi olmasının; bu hem Amerika ile ilişkinin pekişmesinde, hem de bizim buradaki varlığımızın dünya tarafından farkına varılmasına yardımcı olur diye düşünüyorum. Türkiye’de iki insanın da buradaki Türk insanının öyküsünü gerçek hayat hikayeleri pekişerek bilmesi, tanıması önemli. Mesela burada sinemacılık sektöründe çalışmalar yapan, sinema okulu bulunan Sayın Mevlüt Akkaya bey ile görüşeceğiz. Onunla bir randevumuz var, kendisi ile de bu düşüncemi paylaşacağım. Ortak projeler yaratmak isterim. Burada ilginç hayatlar var. Bir ucu Türkiye’de, bir ucu Amerika’da olan bir hikaye yazılabilir. Bu bir televizyon dizisi olarak da çekilebilir. Böyle bir konsepti geliştirip, bunu teklif edeceğim paylaşacağım. Bunun koşulları oluşursa, şartları olgunlaşırsa, kendimizi daha iyi tanıyıp, ayrıca anlatabileceğimize inanıyorum.

Sevgili Hikmet Yaşar bey, bizlere vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Bu sıcak sohbet mezun.com okurları tarafından da ilgi ile okunacak. Bizleri birçok konu da aydınlattığınız için çok teşekkür ederim. Sevgili dedem, Celalettin Rodoslu’ya da rahmet dilerim. Nur içinde yatsın. Onu tanımış, kitaplarını okumuş bir insanla kilometrelerce uzak bir yerde tanışma ve konuşma fırsatı bulduğum için çok mutluyum.

Celalettin bey’in Türk Matbaa sektörüne yaptıklarını kimse unutamaz. Matbaacılık sektörünün gelişmesi için elinden geleni yapmış, çok çalışmış, memleketini seven bir insandı. Nur içinde yatsın. Ben de onun torunu ile tanıştığım için çok mutluyum, huzurluyum.

Yolunuz açık olsun, ümidim o ki, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda sesinizi duyacak ve Türk kültürünün dünyaya anlatılmasın da en büyük faktör olacak bu belgesellerin oluşmasına yardımcı olacak projelere desteklerini arttıracaklardır.

İlginize, candanlığınıza çok teşekkür ederim. Tüm mezun.com okurlarını daha çok belgesel seyretmeye davet ederken, gençlerimize de bu konuya eğilmelerini ve eğitimlerini sağlam tutup, çok iyi belgesel filmler üretmelerini canı gönülden diliyorum.

Özgeçmiş : Hikmet Yaşar Yenigün 1952 yılında İstanbul'da doğdu. 1975-80 yıllarında ışık ve kamera asistanı olarak Ertem Eğilmez, Bilge Olgaç ve Zeki Alasya ile birçok filmde çalıştı. 1980 de İngiltere'de sinema üzerine incelemeler yaptı. 1982'de Yücel Çakmaklı ile TRT adına gerçekleştirilen "Küçük Ağa, Aliş ile Zeynep, Geçmiş Zaman olur ki" adlı TV dizilerinde yardımcı yönetmen olarak görev yaptı. 1987-1992 arasında free-lance yönetmen olarak belgesel filmler yaptı. 1993-2005 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Ürünleri A.Ş. Cemal Reşit Rey stüdyolarında yönetmen olarak görev yaptı. Habitat Konferansı, Cumhuriyetin 75. Yıl Kutlamaları ve Osmanlı'nın 700. Yıl Kutlamaları için çeşitli belgeseler hazırladı. 2000 yılında Türkiye'nin sembolü olan Lale çiçeğinin tarihsel yolculuğunu konu alan dramatik belgeselinin çekimlerine başladı. 2003 yılında tamamlanan belgesel 34 ülkede gösterime girerek 84 TV kanalında yayınlandı. Halen çalışmalarını free-lancer olarak sürdürmektedir.

Filmografi

Berggren Fotoğraflarında İstanbul 1990

Çevre ve İnsan 1991

Büyüler- Tılsımlar 1992

İstanbul 1995

Dünyanın Sıfır Noktası 1996

Ateş Çiçekleri 1996

Kubbeler Senfonisi 1997

Sudaki Yansımalar 1998

Yeditepe Camileri 1999

Kuş Köşkleri 1999

Eski Ustanın Yeni Arabaları 2000

Lale Doğunun Işığı 2003

Aldığı Ödüller

Küçük Ağa TRT Yılın En Başarılı TV Dizisi - 1984

Kuş Köşkleri 11' Festival Internationade Del Cinema Archeologico Di İstanbul 1999 3 Premio - Italy

Kuş Köşkleri 15' Festival International du Film Orbithologique Festival 1999 Prix Jeanne et Raoul Guilbault 2 d. - France

Lale Doğunun Işığı New York Film Festival 2004 U.S.A. Finalist - Tarih ve Toplum Ödülü

Bu ropörtajı toparlamaya başladığım gün ünlü Türk şairi,düşünürü Atilla İlhan'ın vefat ettiğini gazetelerden okudum. Allah rahmet eylesin. Türk gençliği eserlerine sahip çıkacak. Başta çok sevdiğim Çolpan İlhan ve tüm ailesine baş sağlığı diliyorum.

 
   
 

Get your own Chat Box! Go Large!

Oyunlar
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol